Günümüz insanı evrimleşirken sürekli bir şeylerle savaşmış. Doğayla savaşmış barınmak için, yiyecek bulmak için hayvanlarla savaşmış, medeniyet kurmak ve fetihler yapmak için başka insanlarla ve kavimlerle savaşmış, kendini korumak için düşmanları ile savaşmış ve bugünde bu savaşların bir kısmı hala devam ederken en önemli savaşının “kendi kendisiyle savaşı” haline gelmiş.
Cehaletin en büyük insanlık ayıbı olduğu hep söylenir. Bununla birlikte gerçekten “cahilliğin ne olduğu?” ise hala tartışma konusudur. Gerçi İlber Ortay’lı hoca, ”ne kadar cahil olduğumuzu hep dem vurur ve bizleri kendimize getirmeye çalışırken bunun yanında cehaletin hala var olması ve bir şekilde cehaletin insanlığın büyük sorunlarından birisi olarak devam etmesi belki de bir insanlık ayıbı olarak kendisini var edecektir.
Gelecek Bilimci Alvin Toffler’e atfedilen bir söz var. “Dünün cahilleri okuma yazma bilmeyenlerdi ama bugünün cahilleri okuma yazma bildikleri halde öğrenmeye direnenlerdir” der. Öğrenmeye direnme çok şekilde kendisini var etmektedir. Üniversite okuyan ama kitap okumayan, meslek sahibi ama sanattan, spordan, kültürden, edebiyattan, felsefeden, bilimden uzak insanların oluşturdu bir toplum ne kadar gelişmiş olabilir? İnsan her konuya hâkim olmalı demiyorum ama çağdaş insan derken bazı normları da barındırması gerekir demeye çalışıyorum. Tek alanda uzmanlaşmak mesleki alanda gelişmişlik olabilir ama insanlık açısından değildir. İnsan, İnsân-ı kâmil olma –birçok insanlık meziyetinde arif ve ergin olma – sürecinde kendisiyle savaşı üst düzeye çıkarmak zorundadır. Yaşadığımız çağ da bunu gerektirmektedir ve birçok disiplin artık insanın kendisiyle olan savaşına vurgular ve insanın gelişmişlik eviyesine ulaşabilmesi için bazı erdemlere her şeyden önce sahip olması ve öğrenmesi gerektiğini söylemektedir. Buna ahlakta denilebilir. İş ahlakı gelişmemiş bir kişi mesleği ne olursa olsun yarımdır. Ve hatta bazı mesleklerde tehlikelidir bile. İyi bir meslek sahibi bir kişi ama bazı ahlaki zayıflıkları ve zaafları varsa bu kişi kendisiyle olan savaşı kazanmış sayılabilir mi? Böyle bir kişi toplumda yeterli saygıyı görebilir mi? Tabi ki hayır. O halde toplumsallığın ve sosyokültürel unsurların en önemli değeri önce insanı geliştirmek ve değiştirmekten geçer. Peki, bunun için de neyi temel almalıyız? sorusu gelir ki burada felsefeyi, bilimi; dolayısıyla “aklı” hayatın merkezine koymak gerekir.
Akıl toplumu olmadan bilimde sanatta, felsefede, sporda gelişmişlik yaşanamaz. Akıl sorgulamayı gerektir o halde Sokrates’e atfedilen “sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez” ilkesinden yola çıkarsak sorgulamalar yani insanın kendisiyle olan savaşının sürmesi uygarlığın temel dinamiği olduğu kaçınılmaz olacaktır.
Kendimizle savaşmak cehaletle savaş demektir. Kendimizle savaş aydınlanma ve aydınlatma yolunda sorumluluk demektir. Başkalarını değiştirmeye çalışan, hayatındaki mutsuzluk ve başarısızlıkların nedenini başkalarında veya çevrede arayan; sürekli şikâyet eden insanlar bilmelidir ki, kendisiyle savaşı kazanamayan başkaları ile savaşı kazanmakta mahir olamazlar. İnsan kendi içindeki savaşı kazandığında ki bu savaş sürekli olacaktır, en azından bazı yaşamsal beceri kazandığında çevresine verdiği ışık daha çok olacağı gibi iç huzur da aynı oranda artacaktır.
Plato, “Kendini yöneten dünyayı yönetir” derken ben hep bunu anladım… Ve başkaları, doğa, insanlarla savaş yerine kendisiyle ve kendi cehaletiyle savaş belki de ilerleyen yüz yıllarda artan şiddetiyle devam edecektir kanısındayım… Ve umarım bu savaş bir gün mutlaka insanlıktan yana eğilim gösterir…
Turgay Biçer 29 Nisan 2024.