Bir an hiç duygularımızın olmadığını hayal edelim. Hiçbir şekilde üzülmüyor, kızmıyor, endişelenmiyor, sevinmiyor, heyecanlanmıyor, mutlu olmuyoruz. His nedir bilmiyoruz. Nefret, sevgi, intikam duygularından haberimiz yok. Kimseyi ötekileştirmiyor; aynı zamanda yakınlık duymuyoruz zira aklımıza gelmiyor.
Filmlerde zombiler var ama onlar daha çok zarar veriyor ve zarar vermekten haz alıyor. Düşünün zombi bile olamıyoruz ve kendimize iyi, güzel, doğru yanlış, kötü, her şeye her açıdan körüz…
Ne kadar sıkıcı olurdu değil mi- pardon, yazarken fark ettim, sıkıcı da olamıyoruz duygular olmayınca- ve hepimiz duygu dışında her şeyi yaşıyoruz ama duygularımız yok…
Düşünemiyoruz veya düşünmek zor geliyor ve iyi ki duygularımız var diyoruz değil mi?.. İşte duygu ve diğer adıyla hisler bizi var eden, cana can katan önemli bir olgudur; duygusuzluk, bir duygu olamayacağına göre her türlü duygunun var olması bizim yürek, gönül, kalp ve edebi zenginliklerimizi var ediyor.
Önemli olan hangi duygulara daha aşinayız ve hangi duygular daha baskın geliyor hayatımızda. Bizler hangi duygular içindeyiz ve hangi duygular içinde olmak istiyoruz. İşte bütün mesele bu. Çok insan hayal kırıklıkları, üzüntü, sıkıntı, çaresizlik, ümitsizlik, yetersizlik, değersizlik, belirsizlik, adam yerine konmama, sevgisizlik ve bunun türevi olan duygulara hapsolmuş durumdalar. Coşku, ümit, haz, neşe, sevinç, mutluluk gibi duyguları gelip geçicidir ve fazla hissedemezler bunlar ve hayata ve olaylara karşı karamsarlık bir duygu içindedirler. Bazıları da her türlü olumsuz duygulara rağmen umut dolu ve iyimser bir duygu durumu içindedir. Gelecekten emin ve umutludurlar. Her şeyin yoluna gireceğine ilişkin umutları vardır. Üzüntü ve hüznü kabul ederler. Açmazlar yaşanacaksa yaşarlar ve yine de iyiden yana tavır alırlar. Bu insanlar aynı gezegende kötümserlere inat yine de iyimser olmayı ve daha iyi bir gelecek için sorumluluk almayı tercih ederler. Değiştirmeyecekleri şeyleri kabul edip neyi değiştireceklerine odaklanır; hayatın kıymetini olabildiğince bilmeye çalışırlar. Bazıları da vardır ki, hüzünden, zaman zaman hayal kırıklıklarından kaçar, en küçük olumsuzluklarda panik yapar, hep iyi ve mutlu olmak zorundalarmış gibi davranmaya çalışırlar. Hani, gençlik özentisi içinde yaşlı adamlara benzer bunlar. Yaşının ve bulunduğu durumu kabul edip tadını çıkarmaktansa –miş gibi yapıp komik duruma düşebilirler.
Ne yaşanırsa yaşansın duygularımız bizim zenginliğimiz ve onları sonuna kadar yaşamaktan kaçınmak yerine kabul etmeyi öğrenmeliyiz önce. Yine de seçimlerimiz ve düşünce yapımız duygularımızın yönünü belirleyecektir. Her duygu kardeştir gece ile gündüz gibi. Hangisinin iyi olacağı da görecelidir. İyinin içinde kötü, kötünün içinde iyi saklıdır. Bütünü görebilen her şeyi dengeleyebilir. Kızılderili şefin siyah ve beyaz köpeğinin olması gibi. Siyah kötüyü, beyaz iyiliği temsil edermiş. Torunu çadırın önünde otururken güreşen köpeklerin hangisinin kazanacağını söylemiş, şef te, “ben kimi beslersem o kazanacak” demesi gibi duygularımız bizim zenginliklerimiz ama biz hangisini beslersek o kazanacak. Zira duygular, bakış açışı ve düşünme yetimizden bağımsız değildir.